13 Haziran 2011

Babaannem

Ayakta: Kerime Teyze, Mehmet Dayı, babaannem

Oturanlar: Raif Dayı, Fethiye Nine, Ahmet Dayı, Raşit Dede

Adımı babaannemden almışım. Fehime. İnsanlar isimlerinin anlamını taşır derler, fehm kökünden gelen Arapça bir isim Fehime. Anlamı anlayış, kavrayış. Bizde gelenek idi. Azınlık olma psikolojisi ve bir çeşit asimilasyona direnme yöntemi belki de; bebeklere aile büyüklerinin adları verilirdi. Babaanneme de adı erken ölen halasından yadigar. Fehime, Raşit dedenin kız kardeşi. Raşit dedeyi ben hiç görmedim. Bir tek yukarıdaki gibi siyah beyaz fotoğraflardan biliyorum. 6 çocuğunun annesi Sıdıka'yı daha 35inde kaybedince Fethiye nine ile evlenip ondan da bir oğlu
olan Raşit dede.

Babaannem Sıdıka ile Raşit'in 3. çocuğu olarak dünyaya gelmiş. Ölene kadar tüm kardeşlerine hem abilik hem de babalık yapan Raif, ve gelin gittiği aile ile 1951de Türkiye'ye göç eden Hanife'den sonra; Mehmet, Kerime ve 9 aylıkken yetim kalan Ahmet'ten önce.

İkinci dünya savaşı ve partizan çetelerinin eşkıyalıklarına kadar oldukça varlıklı bir aile babaannemin ailesi. Raşit dedenin babası Adem, küplerle altınları olan, çapkın mı çapkın bir büyükdede. Ama büyükdedenin de kaderi oğlu ile aynı. Erken yaşta ölen kaçıncı eşi olduğunu meçhul eşi tıpkı Sıdıka nene gibi geriye 6 yetim bırakıyor. Bu 12 yetimin yükü 2. dünya savaşı ile iyice artan Adem dede, babaannemin anlattığına göre bir çuval un karşılığında bir küp dolusu altını takas ede ede tüm varlığını eritiyor.

Babaannem 13 yaşına kadar okula gidiyor. Okulun hocası Sıdıka nenenin abisi, dönemin ulemasından Hafız dayı. Çok istiyor babaannemin okula devam etmesini. Babaannem okuldaki erkeklerden çok daha parlak üstelik evlenip giden ablası Hanife'den sonra evdeki işler üzerine kalamsına ve tarlada da çalışmasına rağmen. "Ah ah deden bırakmaz ki seni" diye iç geçiriyor hep babaaanneme. Adem dede artık iyice ergenliğe giren babaannemi Hafız dayının korktuğu gibi okuldan alıyor. Ama Osmanlıca ve Arapça okur yazar olmak için bu kadarı yetiyor babaaneme.

16sında dedemle evlendiriliyor görücü usulü ile. 19unda da babamı doğuruyor. 7 aylık doğuyor babam ama inatçı çıkıyor; yaşıyor. Ardından 6 kez daha hamile kalıyor. Ama hiç birini canlı kucağına almayı başaramıyor. İlk oğlu biricik oğlu olarak kalıyor.

30'lu ve 40'lı yaşlarında komünist idare döneminde kaymakamlıkta çalışıyor, kaymakamın odacısı olarak. Latin Türk alfabesini ve Bulgar alfabesini de bu dönemde öğreniyor. Hem Türk hem de Bulgar kaymakamlarla çalışıyor bu dönemde ama içlerinden bir tanesi, Bulgar bir kaymakam onun için çok özel. "İnsandı herşeyden önce, o da karısı da" der hala anlatırken.

Seçim sonrası ilk gün olunca babaannemin bir seçim ansıı ile bitireyim. 2002 seçimleriydi sanırım. Oyunu kullanan babaanemi arabada bekliyorum. Babanla okuş bahçesinden çıktıklarında halinde gariplik olduğunu hemen anladım. Astımı veya kalbi sıkıştırdık sandık ama sorun 4 dilde ve alfabede okuma yazma bilen babaannemin gururunun kırılması idi. Sandık görevlisi memur sandığa oy attan ak yaşmaklı babaennei görünce nineciğim buraya basıyorsun parmağını deyip parmak bastırtmış seçmen listesine. Eve geldiğizde babaannecim hala hayıflanıyordu "Ahhh kafam ah, aklıma gelmedi ki o anda ben niye parmak basıyorum, hangi dilde istersen o dilde atayım sana imzamı demek!". Komünist idare ve asimilasyonun yıldırdığı bir nesil onunki, otoriteye/devlete sorgusuz itaat bedeli ağır ödenerek öğrenilmiş.

1 Haziran 2011

90ları hatırlamak

Ne çok şey var 90'larda hayatımda olan biten. İlk aşklar, ilk hayal kırıklıkları, ölümle tanışmalar,ayrılıklar, büyük hayaller, büyük acılar, büyük mutluluklar. Dolu dolu kahkahalarla dolu dolu gözyaşları...

Bugün beni ben yapan ne varsa hepsini bu 10 seneye sığdırmışım. Sonrası hayatın "ince ayarları" sadece. Fine tune olmuşum 2000'lerde olgunlaşmışım belki biraz...

Ve fonda, belki de Türk rock müziğinin en güzel parçaları. Bu parçalar hep böyle "gerçek" miydi, yoksa yaşanmışlıklar mı onları böyle sahici kıldı... Her nota ne çok şey anlatıyor. Kelimelerin kifayetsiz kaldığı anlardayım.

9 Mayıs 2011

Tatil Dosyası 3

Londra







Bursa’ya taşınma kararı almak benim için çok zor bir karar olmuştu. İstanbul tüm keşmekeşine rağmen kendimi gerçekten özgür hissettiğim bir şehirdi. Bana aynı duyguyu veren diğer bir şehir Londra oldu.
Trafalgar Square, Piccadilly,Hyde Park, Big Ben, Westminster Sarayı, St. Paul Katedrali, National Gallery, British Museum, London Eye vb. turistik yerler elbette müthiş. Ama esas güzel olanı sokaklarında avare avare dolaşmak. Londra zaten 24 saat yaşayan bir şehir, sokaklar meydanlar daima dolu. Hele bir de bizim gittiğimiz haftasonu 17 Mart’ta kutlanan St. Patrick’s Day’e denk gelmişti, yeşil yoncalı şapkalar, sokak konserleri ile tam bir karnaval havası vardı her köşede.
Kaldığımız otel Russel Square’de biraz pahalıca ama nezih bir oteldi. Imperial Hotel. Otel’in karşısındaki parkta ağaçlardan atlayan sincapları görünce çocuk gibi sevindiğimi hatırlıyorum. Böyle de tezatlarla dolu bir şehir Londra. Bir yanda ağaçlardan atlayan sincaplar, bir yanda güruh halinde metrodan çıkan insanlar, sokaklarda içip eğlenen gençler, pandomimciler...