19 Ekim 2010

Cumartesinden kalanlar


Hürriyet gazetesinin cumartesi ekinde Banu Tuna'nın şu yazısı vardı. Paylaşmak istedim.

12 Ekim 2010

Kadın kökleri


Bir kadının hayatında her yaştan kadın kökleri olmalı. Annesi , teyzesi, arkadaşları,kuzenleri… Kadınlardan oluşmuş bir sosyal dünyası da olmalı; arada bir araya geldiği.. Kadın sohbeti yapmak için… Kadın kadına… Çevresinde kadın olmayan kadınlara bakıyorum; kökleri eksik kalıyor bu dünyada. Erkek gibi güçlü çoğu; ama o kadın olma hali… işte o eksik kalıyor her zaman. Ve yarım kalıyor kadın. Toprağa kökünü tam salamamış bir çiçek gibi kalıyor. Örselenmeye hep açık. Yüzeyde güçlü; derinlerde kırılgan, zayıf… Derinlerde küskün ve yapayalnız..

11 Ekim 2010

Üç temel gerçeğimiz ve evlilik/ Maillerden alıntı 2

Kadir Özer psikoloji profesörü. Kendisini benim televizyon programına davet ediyorum, lütfedip kabul ediyor ve böylece değişik insan konularında ara sıra sohbet ediyoruz. Aşağıda, insanın üç temel gerçeği ve evlilik üzerine yaptığımız bir sohbetin özetini vermek istiyorum. (KÖ: Kadir Özer; DC: Doğan Cüceloğlu) KÖ: Üç temel insan gerçeğimiz var. Bunlardan bir tanesi; biz insanlar, düşünüyoruz ve yorum yapıyoruz. Başka hiçbir canlı, insan gibi yorum yapmıyor. Yani bizim var olmamız, yorumlarımızın üzerine oturuyor. Dolayısıyla o insan gerçeği çerçevesinde olaya yüklediğimiz yorumların rengi neyse, duygularımızın rengi de o oluyor. Şimdi bu açıdan baktığımızda aslında her birimiz duygularımızın şekli, şemaili ve rengi itibari ile nörolojik anlamda, beynimizin bir yapısı gereği, bireysel bir sorumluluğa sahibiz. Yani sizinle benim ilişkimde siz bir şey yaptığınızda ben burada eğer kızarıyorsam duygu olarak, bu kızarıklığı nasıl becerdiğimi kendime sormak durumundayım. Çünkü sizin yaptığınız mesela kızarık bir şey değil. Bir davranış yapıyorsunuz sadece, rengi olmayan bir şey belki de. Dolayısıyla eğer ben, ‘ben kendimi nasıl kızarttım?’ duygusunu sormuyor isem, yapacağım tek bir şey kalıyor: ‘Beni niye kızarttınız?’ diyorum. Kendi duygumun sorumluluğunu size yüklüyorum. Evliliklerde bu bireysel sorumluluk bilinci yitirildiği zaman, çiftler kendi yaşadıklarından hep karşısındakini sorumlu tutmaya başlıyor ve bu mantık içinde duyguların değişmesi için karşısındakinin değişmesini bekliyor. Çiftler uzun süre, ‘Bak senin yüzünden ne hallerdeyim,’ deyip, bu hallerden çıkmak için karşısındakinin değişmesini bekliyor. Karşıdaki de aynı şeyi yapıyor. İkinci temel gerçeğimiz; ‘bireyler birbirinden farklıdırlar’. Muazzam bir bireysel farklılıklar dünyası var. Dolayısıyla her birey bir olaya kendi içinde tutarlı olan, sahiplendiği, yatıp kalktığı, en çok tanıdığı bir mantık çerçevesinde yaklaşır. Ve o, sahiplendiği bir mantıktır. Şimdi siz masanın öbür tarafından şu olaya bambaşka bir açıdan bakıyorsunuz ve sizin açınız da, en az benimki kadar tutarlı. Şimdi düşünebiliyor musunuz siz ve ben hangimizin açısı doğru, hangimizin ki yanlış muhasebesine giriyoruz. Burada bize komik geliyor, ‘Girilir mi canım?’ diyoruz. Ama çiftler böyle yapıyorlar. Kendi bireysel farklılıklarını doğruluğa eşit kabul ettikleri zaman, karşıdaki otomatik olarak yanlış olmaya başlıyor. DC: Evet, öyle oluyor. KÖ: Karşıdaki de kendi bireysel farklılıklarını doğru yaptığı zaman, öbür taraf yanlış oluyor. Şimdi oturuyorlar, uzun yıllarını ‘Hangimiz doğru, hangimiz yanlış?’ diye tartışarak geçiriyorlar. DC: Evet, öyle geçiriyorlar. KÖ: Eğer evliliklerde biz karşımızdakinin bireysel farklılığını, kendi bireysel farklılığımız kadar olabilir gibi görebiliyorsak o evlilik, o ilişki gerçekten huzurlu bir ilişki olur. Çünkü ben o zaman biliyorum ki benim tavrım, tutumum, davranışım farklı gelse de eşim benim o farklılığımı kabullenecektir. Onun için benimle hayat yolculuğuna girişmiştir, diyeceğim. DC: Üç temel insan gerçeğimiz var, diye söze başlamıştın. KÖ: Evet, üçüncü gerçeğimiz şu: her birey kendi içinde de farklıdır. DC: Yani bir tek birey değiliz içimizde. KÖ: Aslında her birimiz bir kişilikler ailesi gibiyiz. Doğayı çok seven bir Kadir Özer’im vardır benim. Bir gün birisiyle karşılaşıyorum, onun doğayı seven kişiliğini pek seviyorum, âşık oluyorum. Oysa karşılıklı olarak henüz tanışmadığımız o kadar çok alt kişiliğimiz var ki. Onlardan bir tanesini üç sene, beş sene sonra gördüğümüzde, bu nereden çıktı, diyoruz ve aldatılmış hissediyoruz.

8 Ekim 2010

Maillerden alıntı 1

....
Dunning-Kruger sendromu
Psikolojide Nobel ödülü alan çalışma
Psikologlar Justin Kruger ve David Dunning'in tarihe geçmelerine vesile olan teorileri özetle, "cehalet, gerçek bilginin aksine, bireyin kendine olan güvenini artırır" der. Metin çözme, araç kullanma, tenis oynama gibi çeşitli alanlarda yapılan araştırmaların sonucunda şu bulgulara ulaşılmıştır: -Niteliksiz insanlar ne ölçüde niteliksiz olduklarını fark edemezler. -Niteliksiz insanlar, niteliklerini abartma eğilimindedir. -Niteliksiz insanlar, gerçekten nitelikli insanların niteliklerini görüp anlamaktan da acizdirler. -Eğer nitelikleri, belli bir eğitimle artırılırsa, aynı niteliksiz insanlar, niteliksizliklerini n farkına varmaya başlarlar.. Değerlendirme zaafı: İki uzman daha sonra, bu teorilerini test etme fırsatı da buldular. Cornell Üniversitesi' nden 45 öğrenciye bir test yaptılar, çeşitli sorular sordular. Ardından öğrencilerden "testin sonucunda ne kadar başarılı olacaklarını tahmin etmelerini" istediler. En başarısızların (yani sadece yüzde 10 ve daha az doğru cevap verenlerin), testin yüzde 60'ına doğru cevap verdiklerine, ayrıca iyi günlerinde olsalar yüzde 70'e ulaşabileceklerine inandıkları ortaya çıktı. En iyilerin (yani en az yüzde 90 doğru sonuç alanların) en alçakgönüllü denekler olduğu (soruların yüzde 70'ine doğru cevap verdiklerini düşündükleri) görüldü. (Not: Dunning ve Kruger bu çalışmalarıyla 2000 yılında Ig Nobel * de kazandılar.) Çalışan, kendi kapasitesini değerlendirmekten ve eksikliğini teşhis etmekten acizdir. Ama asıl vahim olan, bu "yetersizlik + haddini bilmeme" kokteylinin, mesleki açıdan, karşı koyulmaz bir itici güç oluşturması. Kariyer açısından bir eksiyken, artıya dönüşmesi. İşinde çok iyi olduğuna yürekten inanan "yetersiz", kendini ve yaptıklarını övmekten, her işte öne çıkmaktan ve haddi olmayan görevlere talip olmaktan en küçük bir rahatsızlık duymayacaktır. Aksine bunu bir "hak"olarak görecektir. Bu arada, gerçekten bilgili ve yetenekli insanlar ise çalışma hayatında "fazla alçakgönüllü" davranarak kendilerine haksızlık edecekler, öne çıkmayacaklar, yüksek görevlere kendiliklerinden talip olmayacaklar, kıymetlerinin bilinmesini bekleyecekler (ve bilinmeyince için için kırılacaklar ve kendilerini daha da geriye çekecekler) ve muhtemelen üstleri tarafından "ihtiras eksikliği" ile suçlanacaklardı r. Sonuçta, "kifayetsiz muhterisler" her zaman ve her yerde daha hızlı yükselecekler ve daha yukarılara çıkacaklardır. Etrafınıza bir bakın, uzmanlara hak verecek misiniz

4 Ekim 2010

Dostlar arasında;

Hiç kardeşi olmamasına rağmen kardeş bildiği arkadaşlarının evimizden eksik olmadığı bir babayla büyüdüm ben. O kocaman aile hissinin verdiği huzuru hep özlerim. Uykusu gelenin boş bulduğu bir köşeye kıvrılıp yattığı, canı birşey çekince herkesin kendi mutfağı gibi girip birşeyler hazırladığı muhabbet akşamlarını.. Yılbaşı gecelerini, doğum günü kutlamalarını. Haftasonu dostlarımız geldiler eve. Biri çocuklu biri değil. Biriyle belki aynı anda büyütürüz bebişlerimizi. Amcalar teyzeler tek çocuğun etrafında pervaneyken düşündüm; evet işte bu dostlar yaşatabilir bebeğime büyük bir aileyiz hissiyatını. Yemekler yenildi, içecekler içildi. Muhabbet muhabbet üstüne açıldı. Özlemler anlatıldı, sıkıntılar konuşuldu. Kimse kalkmak istemedi gece yarısına dek. Kalkmanın gerekliliği düşünülmedi bile. Miniğimiz sızdı yorgunluktan bir köşede. Hanımlar beyleri çekiştirdik mutfakta. Komşu olmak için planlar yaptık. Aynı anda anne olma duaları ettik. Ve koca bir pazar gününü huzurla geçirdik. Evimden hiç eksik olmasın istedim bu dostlarımın. Ve bir kez daha şükrettim sahip olduklarım için. Çocukluğumun o güzel anılarını kendi çocuğuma sunabileceğimi düşündüğüm için.

1 Ekim 2010

Balık adam



Ben bir balık adamla evliyim. Yengeç burcu bir balık. Havayı solumayı sevdiğinden bile çok seviyor belki de suyun altında olmayı. Hep istiyordu; nihayet yaptık. Denizin altında 18 m daldık. Beraber yürümek kadar güzelmiş beraber dalmak. Ne şanslıyız diye düşündüm. Ve şükrettim..

21 Eylül 2010

Arınmak

Arınıyorum hayatımdaki yüklerden. Atıyorum artık bana fazla gelen, sırtımda kambur yapmış yükleri tek tek. Kimi bir dost eskisi kimi lüzümsüz hayatıma aldığım bir yabancı. Kimsenin lokomotifi değilim artık.Tam gaz kendimi çekiyorum artık. Atıyorum yabancı vagonları arkamdan. Makinisti benim hayatımın; kıvrıla kıvrıla tam gaz gidiyorum bu sefer hayat yolundan. Hepinize güle güle. Sizi çekmek için verdiğim emeklerse, onlar da kazanılmış bir farkındalığın minik bedeli olsun. Özgürsünüz. Özgürüm!